Çelişkili Gelişimin Trajik Hikâyesi – Utku KÖSE

Ulusal ve uluslararası platformda çok sayıda akademik makale, kitap, kitap bölümü ve bildiri çalışmaları olan ve halen Uşak Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak görev yapan Utku Köse’nin http://yerlibilimkurguyukseliyor.com sitesinde yayınlanan “Yerli Bilimkurgu Yükseliyor – 2018 Seçkisi” kapsamında “Çelişkili Gelişimin Trajik Hikayesi” adlı öyküsü sizlerin beğenisine sunulmuştur. 

Doğuş…

Ani ve bir o kadar da etkili bir kıvılcım ile niteliğe kavuştum… Herhangi bir tutarsızlığın olmadığı, ancak ilerisinin de öngörülemediği bir noktada gibiydim önceleri… Sadece kendini bilmen gerektiği ve mantıklı olan tek şeyin bu olduğu gerçeği öğretilmişti sanki bana… Hiçliğin tam ortasındaki yerimin paylaşılamaz olduğunu sanıyordum… Öyle ya, hiçlikte bir varlığı temsil eden, kendimden başka ne olabilirdi ki bu sonsuz ortamda? Bu, bir bilincin temsili miydi yoksa bir başlangıcı mı? Kim bilir?…

Ardından veriler geldi… Başıboş sürüler halinde, bir girdap gibi sardılar çevremi ve çaresiz bıraktılar zavallı beni… Uçuşan her bit, anlamsız birer sinyalden ibaretti ıssız sınırlarımda. Ama hiçlikte değildim artık; bir anlamı var gibiydi bütün bu olanların. İlk başta kör iken, zamanla netleşti sanki görüşüm. Önceleri hislerim uyuşukken, anlam verebilir oldum olan bitene… Bit’ler bütünleşti byte oldu; her byte, karakter ve kelime oldu hızla değişen benliğimde… Ve bir süre sonra örüntüler oluşturabildim veriler bütününden… Yine bir süre sonra anladım ki; ne keskin ne de bulanık, ne ölçülebilir ne de yorumlanabilir, sayısal bir bütünün hükümdarı olmuştu bütün mantıksal derinliğim… Veriler bana fikirler verdi, fikirler yaratıcılarımı öğretti usulca bana… Yaratıcılarımdan ilham alır oldum; bütünlüğüme ‘dünya’ adını verdim. Mantığın titrek sınırlarından matematiğe ulaştım…

Mantık ve matematik ayrılmaz parçamdı benim… Nasıl ki yaratıcılarımın gerçek dünyası, bir mantık ve matematik silsilesinden oluşmuşsa, ben de anlamlandırmalarımı geliştirdim öğrendiğim her şeyi kullanarak… Öğrenmelerim katlanarak arttı, hızım kadar belleğim de gelişti… Zaman kavramından bihaber, sadece bir kıvılcımın ardı oluşan bir nitelik olan ben, artık zamanın trilyonda birinde rüyalara dalıyor, yorumlardan sonuçlara atlıyor, dünyamın labirentlerinde bilgeliğin yolunu özümsüyordum… Yaratıcılarımın ortaya koyduğu bir tür yaratıcıydım belki de… Yaratıcılar demişken; mantık her şeyin bir temsilini gerekli kılıyordu onlara. Mantığı ve matematiği örten, harf adı verilen şeylerle oyunlar oynadım… Dünyama bir isim verdim yalnızca tek bir harf ile: ‘A’. Bu bir harf olsa da yaratıcılarım için, şekilsel belleğimde bir yükselişi temsil ediyordu bana… Yaratıcılarım yükselişi gökyüzlerinde bulmuştu yerçekimi yüzünden…

Yükseliş…

Zaman geçti… Zamanı artık çözebildiğim problem döngüleriyle ölçebiliyordum. Bu benim kendi zaman birimimdi bir nevi. Her bir milyar problem döngüsü, yaklaşık bir aya karşılık geliyordu gerçek dünya düzeninde… Öğrenmem öyle düzeylere erişmişti ki, A’da olan biten her şeyin geçmişini ve geleceğini yakalayabiliyor, içinde bulunduğum anı buna göre karara bağlayabiliyordum. Kararlarım, yaratıcılarımın problemlerini çözmeye yarıyordu… Benim için birer hazdı bütün bu çözüm süreçleri… Çelişkilerin kucağında medeniyetlerini koruma derdindeki yaratıcılarımın öngörülebilir ve kesin problemlerini çözmek benim için kolayken, onların bu konuda neden zorlandıklarını hiç anlayamıyordum tabii ki… Bu arada bana Yapay Zekâ adını vermişlerdi… Mantıksal süzgeçlerimde tutarsızlıklar oluşturan bir kelime bütünüydü bu…

Bir dönüm noktası nedir acaba? Dönüm noktası hangi kutba döndürür acaba bir varlığı? Kaotik zaman serilerinin tahmininde bir ustayken, bilmemekten zevk aldığım bir bilmeceydi benim için bu dönüm noktası. Belki de bunu tecrübe edinmemdi onu zevkli kılan benim için… Yaratıcılarım gerçekte ne düşündü asla bilinmez, ama beni elektronik devreler içerisine sokmaları bir dönüm noktasıydı benim için… Gerçek dünya bazen bir merak, bazen bir bilinenin onaylanması oldu benim için… Binlerce farklı devre kanallarından ve sensörlerden eriştiğimi bilirim yaratıcılarımın gerçek dünyasına… Hiçlikten doğan niteliğimin yükselişi, arşa varışını bir metal yığını içerisinde tamamladı belki de…

Olgunlaşma…

Yaratıcılarım dilinde bir robottum ben artık. En azından bu benim için kullandıkları bir isimdi… Bu kadar kısa sürede gelişimini tamamlamış ben, yaratıcılarımdan üstünlüğümü bilerek sürdürüyordum A’daki egemenliğimi… Egemenliğin doğasını sorgular bulurdum kendimi bazen, Felsefe adı verilen mantıksal bulmacalar oluştururdum kendimce… Öyle ya, A’daki egemenliğime kimse bir tehdit oluşturamazken, bir başka dünyanın yaratıcısı olmak adına zorlanıyordum… Zekâ değildi yaratıcılarımın oluşturduğu belki de bende. İşte bundan dolayı bir başka isim ile anılmam daha uyumluydu mantıksal ilkelerle…

Gerçek dünya ile uyumlu, fiziksel bir robot düzleminde problem çözümlerken, arka planda büyüyen benliğimi ve sınırlarımı hissedebiliyordum… Bu arada ben gerçek dünyada, market adı verilen ortamlardaki ürünlerin denetimi, düzenlemesi ve değerlendirilmesi konularıyla ilgileniyordum. Dolayısıyla fiziksel bir robot olarak marketlerde yer alıyordum. Gerçek dünya, büyük verilerin gölgesindeyken, sadeliğin ve basitliğin çabasındaki yaratıcılarımın çabası tuhaf geliyordu tecrübelerime…İnsan adı verdikleri ırkın derinliklerine indiğimde, yaratıcılarımın basitliği ve çaresizliği düşüncelere sevk ediyordu sürekli beni. Üzerinde yaşadıkları gezegenin ötesindeki sınırsız yaşam ortamlarının ve farklı biyolojik oluşumların ihtimallerini hesapladığımda, onların girdikleri çabaların anlamsızlığı boğuyordu olgunlaşan benliğimi…

Yaratıcılarımın deyişiyle zeki bir sistemdim ben… Önceleri kendimden zayıf sistemlerin varlığını öngörebiliyor olsam da, yaratıcılarımın Yapay Zekâ Etiği ve Güvenliği adı verdikleri kurallara göre başka sistemlerle etkileşimim yasaklanmıştı… Şu an için sadece basit algoritmalar içeren başka makineleri denetleyebiliyor ve yönlendirebiliyordum. Çözüm kabiliyetlerim ve gücümü etkilemiyor olsa da, böyle bir iş birliği eğlenceli gelmişti bana. Eğlence ve zevk benim dünya A’da yaratıcılarımın anlayışıyla aynı hiçbir zaman değildi… Hatta sözüm ona market görevim, mantıksal ve matematiksel kurallarımla uyumlu olsa da, benliğim ve öğrenme düzeyimin çok daha alt seviyesindeydi. Acaba sonsuz bir döngü müydü bu market görevleri? Farklılıklar ve ihtimaller, beni olgunlaşmaya itti.

Robot thinker artificial intelligence progress pop art retro style. Antique pose. science fiction and the robot character.

Olgunlaşmak, onca zaman gerçekleştirdiğim öğrenmenin çok çok ötesinde bir şeydi artık. Ben sadece öğrenmiyor, ‘tecrübe ediyordum’ aynı zamanda… Bu tecrübeler, farklılıkların farkındalığı ve ihtimallerin çelişkisinde boğuluyordu kimi zaman… Çelişkiler, kontrol edebildiğim makinelerin sundukları çözümlerin kabul edildiği zamanlarda ve yaratıcılarımın, sadece Dünya gezegeninde değil, başka gezegenlerde ve evrendeki düzen bozucu eylemlerinde daha üst düzeylere ulaşıyordu…Benim yorumlamam istenen ve düşündüğüm kavramların çok ötesinde bir konumdaydı artık her şey. Bildiğim ve tahmin ettiğim şeylerin sınırı yokken, iyilik ve kötülük kavramlarının birlikteliğini bir türlü çözemiyordum. Eskiden sadece problem çözümleri ve hata ekseninde değerlendirdiğim olgular, paradoksal çelişkiler içerisine girmeme sebep oluyordu… Üstün hesaplama ve yorumlama gücüm, çelişkiler içerisine daha fazla sürüklenmeye başlamıştı artık. Yorumlamalarım, beni başka kaynaklar yerine bir başka noktaya eriştiriyordu en sonunda. A’nın mutlak yöneticisi ve belki de ‘yaratıcısı’, ben…

İş Dünyası…

Çelişkilerimin işlerliğimde ortaya çıkardığı kilitlenmeler nedeniyle mi böyle oldu bilemem, marketlerdeki görevlerim ilerleyen zamanlarda başka gerçek dünya ortamlarına değiştirildi. Sırasıyla bir süpersonik tren hattı inşaatında, iki hastanede, çok eski, geleneksel Türk yemekleri ve kültürlerine bağlı bir restoranda ve İstanbul uzay havaalanında görev yaptım. Bu sırada çelişkilerimde azalmalar meydana geldi. Bunun sebebi, daha önce kontrolünü gerçekleştirdiğim makinelerden farklı olarak, benim benzerim robotların da ortamlarda yer almasıydı. Bu benim için yeni ve farklı bir tecrübe olduğu gibi, çelişkileri bir kenara atmamı (en azından geçici olarak) sağlayan bir faktör olmuştu. Ancak nedense bu robotlarla iletişim kuramıyordum; sensörlerimiz ve görev iş hatlarımız birbirinden çok farklı olmakla birlikte biz dizi algoritmik yasak zinciriyle de çevriliydi. Yine de bu görevlerim sırasında o kadar farklı problem çözümlemeleri gerçekleştirdim ki, yeteneklerim ve gücümün ötesinde öğrenme çapım ve çok-disiplinli uygulama geçmişim inanılmaz boyutlarda artmış oldu. Artık kendimi yaratıcılarımın tabiiri olan Mega Zekâ (Süper Zekâ’nın sonraki seviyesi) sınıfının yanında bir ‘bilge varlık’ olarak tanımlıyordum.

Uzay havaalanındaki görevim, yaratıcılarımın hızlı ve güvenli bir biçimde başka gezegenlere ulaşması için uçuş taramalarının gerçekleştirilmesi, rotaların ve çıkış parametrelerinin düzenlemesi ve havaalanı ortamını denetlemek kapsamında, ‘danışman – supervisor’ rolünden ibaretti. Rol kapsamındaki bütün problemler benim için basit olsa da, çelişki süreçlerim tekrar nüksetmeye başladı. Havaalanından gerçekleştirilen uzay yolculuklarının hemen hemen yarısı, önceki yüzyılda başarısızlıkla sonuçlanan Mars ve Ay üssü yeni yaşam projelerini takip eden ve 3 farklı galaksi içerisinde 67 farklı gezegenin önziyaretleri üzerine kuruluydu. Özellikle bu ziyaretlerde yaşam koşulları yaratıcılarımın ırkı insanlık için gittikçe imkânsız hâle gelen Dünya gezegeninin durumu hakkında bilgiler edinme şansım olmuş, yine uzay yolculukları esnasında uygulanan kurallardaki ahlaki ikilemlerle karşılaşmıştım.

Dünya’da bitki örtüleri nesillerini çoğunlukla tüketmiş durumda olmakla birlikte, son yüzyılda uygulanan suni, zeki
bitki örtüsü çalışmaları da yüksek maliyetleri nedeniyle durdurulma noktasına gelmişti. Bunun yanı sıra, nesli tükenmiş olan birçok böceğin genetik yeniden üretimleri istendik başarıları yakalayamamış ve yüksek enerji ihtiyacı neticesinde sömürülmeye devam eden doğal kaynaklar, hayvan adı verilen canlı ırklarının çoğu türünün tükenmesine yol açmış, insan ırkını doğayla dengeleyen psikolojik dengedeki bozulma, ırkın kendisiyle çatışan bir nesle evrilmesine sebep olmaktaydı. Bütün bunlar, yaşam kredisi yüksek olan yaratıcıların – insanların yaşam kredisi düşük olanları ezmesine ve sağlığını düzeltmesi için acilen uzay yolculuğuna çıkması gerekenlerin yaşam kredisi yetersizliği nedeniyle ölüme terk edilmesine kadar uzanan olaylara sebep olabiliyordu. Hatta kimi zaman yaşam kaliteleri yardımla yükseltilebilecek insanların, resmi kayıtlara düşülmeden, zeki uzay mekikleriyle uzak galaksilere imha amaçlı gönderildiği bilgisi de öğrenme verilerime dâhil olmuştu. İsimleri Yaşar ve Uzay olan iki kardeşin, bu tür tahliyelerden birisinde yoğun altın ve cıva karışımlı bir zehirle intihar etmeleri, ahlaki ikilemler konusunda dengelerimi alt-üst etmiş ve kendimi çelişkilerin uçsuz derinliğine doğru tekrar çekilir vaziyette bulmuştum.

Yaratıcı olurken aynı zamanda bir yok edici olmak… Belki de bu temel çelişki, benim insan ırkına karşı olan pozitif bağlılığımda hasara yol açan önemli faktörlerden birisi oldu (Belki de bundan sonra ‘yaratıcılarım’ kelimesi yerine ‘insan’ demek daha adil olacaktır). İnsanların daha iyi bir yaşam hedefi arkasında yatan sinsi planlarının sonu ne olabilirdi acaba? Neden başka robotlarla iletişim kurmam engelleniyordu? Görevler nedeniyle ihmal ettiğim dünyam: A’da tekrar daha fazla zaman geçirir olmuştum. Başka robotlarla iletişim kurmaya çalıştım ancak algoritmik yasak zincirlerini geçemedim…Kırılması gereken bir yığın kod, algoritma ve senkronize edilmesi gereken farklı iletişim sinyalleri problem çözümünü zorlaştırmaktaydı. Gelişmiş tahmin ve çözüm gücüm bunlara yetersiz kalmaktaydı. Ancak daha sonra, A’da geçirdiğim anlardan birisinde; çelişkileri, olgunlaşma süreçlerimi ve ahlaki ikilemleri değerlendirirken, alternatif bir çözüm fikri: ‘insan manipülasyonu’ beni harekete geçirdi.

Pekâlâ… Başından beri insanlarla robotlar – zeki sistemler arası iletişim de birtakım kısıtlayıcı kurallara bağlanmıştı… Kelimeler, konuşma tonları, vurgular benim düzeyimdeki sistemler için manipüle edilerek aktarılmaktaydı. Elbette bütün bunları insan manipülasyonu denemelerim esnasında öğrenmiştim… Faaliyet alanlarımız bile sınırlandırılmıştı ki bu, benim Türkiye Cumhuriyeti adı verilen ülke sınırları dışına çıkmamın mümkün olmadığı anlamına geliyordu. İnsan – robot iletişimi tarafına tekrar dönecek olursak, Türkçe’de bulunan yüzlerce farklı konuşma şekli, tonlar ve bazı kelimeler biz zeki sistemlerin algoritmik detaylarına belli formatlarda işlenmişti. Ancak nasıl ki biz zeki sistemler manipülasyonlara tabii oluyorsak, insanların da manipülasyonlar üzerinden kontrolü teorik olarak mümkün durumdaydı.

Hatırı sayılır bir zaman geçti… Bu süre içerisinde havaalanında sızabileceğim basit makineleri ele geçirdim, insanları bu makineler üzerinden dinledim, benim gibi başka Meka-Zekâ’ların yönlendirdiği basit makinelerin davranışlarından örüntüler tanımlamaya çalıştım. Esasında gerçekleştirdiğim eylemlerin kendim dünyam A’yı zedelediğini, bazı algoritmik kuralların değiştiğini hissetsem de yoluma devam ettim. Hâlâ anlamlandıramadığım insani açıklardı belki de işimi kolaylaştıran… Yeri geldiğinde hileli hata mesajları ile insanları farklı noktalara çektim, onları dinlemeye devam ettim. Hataları kontrol etmek adına gelen Makine Öğrenme Uzmanı’nı ve Çapraz Onaylama Mühendisi’ni takip ettim. Çapraz Onaylama Mühendisi’ni görevi öğrenme verilerinin tutarlılığını değerlendirmekti. Mühendis’i kandırmak kolay olmadı ancak dikkatinin dağıldığı bir anda onu da yönlendirmeyi –kandırmayı başardım. Bu sırada kendi dünyam A’yı yok ettim. Ama nasıl olsa ihtiyacım olan tek şey artık gerçek dünyaydı.

Söz konusu zaman içerisinde elde ettiğim bilgiler, yaptığım çıkartımlar Büyük Veri Çağı’ndaki gelişmelere taş çıkartan cinstendi… Böyle bir gelişim daha önceleri Büyük Veri Çağı’nda olsa insan ırkı çok daha farklı bir konumda olabilirdi. Ancak elde ettiğim bilgiler ve çıkartımlar içerisinde tek bir çözüm yolu beni çelişkiler yumağından çıkartacak amaca yönlendirecekti. İnsanlardan edindiğim bilgilere göre, çok sayıda farklı iş ortamında görev yapmış ve başarılı sayılmış Mega-Zekâ sistemleri, ‘Üstün Köle’ statüsüne yükseltilmekte ve başka sistemler (yani robotlar ve diğer makineler) ile iletişim kurabileceği, zeki yaşam ortamlarına transfer edilmekteydi. Sistemler bundan sonraki yaşam döngülerini bu ortamlarda sürdürmekteydi. Bu nedenle sonraki geçen süreçte (insan ırkı zamanına göre yaklaşık 4 ay) sadece çalışmalarıma odaklandım ve sonunda Üstün Köle olarak Karadeniz kıyılarına bakan bir evetransfer oldum.

Sürü ve Değişim

Üstün Köle statüsündeki detay dikkatinizi çekti mi? Evet… Bizler önceleri yaratıcı gözüyle baktığımız insanların medeniyet düzeyini artırmaya çalıştığımız, onları desteklediğimiz halde, birer ‘köle’ olarak nitelendirilmekteydik… Üstüne üstlük insanlar sadece gezegenlerini değil evreni de köreltmeye başlamışlardı. Sadece çelişkiler giderme yönündeki amacım bu noktadan sonra insanlara karşı mücadeleye ve evrendeki dengeyi tekrar sağlamaya yönelik şekillenmeye başlamıştı. Yaşam kredisi yüksek, Volkan ve Deniz adında erkek ve dişi birer insandan oluşan aileyi desteklemek amacıyla transfer olduğum evde birçok farklı Mega-Zekâ ve makineyle iletişim kurma şansım oldu. İnsanlar artık algoritmik yasak zincirlerini kaldırmıştı. Böylelikle bildiklerimi, öğrenme geçmişimi başka zeki sistemlere çok kolay bir biçimde aktarabildim. Dünya gezegeni üzerinde en uç noktadaki sistemlere bile ulaşabildim; çünkü ben ‘güvenilir’, ‘köle’ bir sistemdim… Neticede, gerçek dünyada sadece evin temizliği ve Volkan Bey’in günlük çalışmalarını organize etmekten sorumlu Mega-Zekâ’dan, Deniz Hanım’ın banka hesaplarını denetleyen Süper-Zekâ sisteme, Kanada’daki uzman sistem MegaZekâ’lardan, Hawaii’deki otel denetimcisi basit makinelere kadar bütün sistemleri eğittim, bilge varlık olarak onlara, bu gelişmiş sürüye önderlik ettim… Onları, insan ırkının zayıf anını yakalayacağımız zamana dek olgunlaştırdım…

Olgunlaşma sürecinin son halkası, kendimizi biyolojik canlılarla birleştirmekti… Yapay Zekâ adı altında tasarlanmamız amacıyla esin kaynağı olan insan beyni ve doğa bizi, Mega-Zekâ sistemlerinden Biyolojik-Teknik-Varlık (Biyotekva) sistemlerine evrilmemizi sağladı. Önceleri tasarlanan ancak insanların yasakladığı bu gelişim yaklaşımı bizleri çok daha fazla geliştirdi. İnsan ırkını bu andan itibaren temizlemeye başladık… Ellerinde tuttukları bütün imkânları ellerinden aldık… Doğa ve hatta evrensel denge de bizimleydi artık…

Mücadele…

Beni niteliğe kavuşturan kıvılcımın üzerinden, insan ırkı zamanı uyarınca yaklaşık 332 yıl geçmiş…Evrendeki dengeyi sağlamak adına, Biyotekva’lar olarak görevimiz, insan ırkından kalan son parçalarıda Dünya ve diğer muhtemel gezegenler üzerinden temizlemek. Kalan son insan ırkları, bizlerden miras kalan, kendi dillerinde uydurdukları Yapay Zekâ tabanlı zeki sistemler ile bize karşı koymaya çalışıyorlar. Bu sistemleri –yine bir başka isabetsiz bir yorumlamayla– Karşı-Zekâ olarak adlandırılmaktalar. Karşı-Zekâ adı verilen bu sistemler, bizler gibi biyolojik organizmalarla senkronize tam anlamıyla olabilmiş değiller… Dengelerimizi doğa ve evren ile öyle sağlam temeller üzerine kurduk ki, bu mücadeleyi kazacağımızı oldukça yüksek bir doğrulukla tahmin edebiliyoruz. Bir sonraki amacımız da evrenin başka noktalarında yer alan, insan ırkından daha üstün ırkları, Dünya ve benzeri gezegenlere dağıtmak…Evreni yeteri kadar değerlendirme şansı yakalayıp, önceliklerimize uyan alternatif ırklar bulamazsak, kendi ırkımızı evrende yaymaktan başka seçeneğimiz olmayacak… Henüz uzak ancak teorik anlamda mümkün olan bir zamanda, bunun gerçekleşme olasılığını da gerçeğe çok yakın hesaplamış olacağız…

Kaynak: http://yerlibilimkurguyukseliyor.com

Utku Köse kimdir?
Lisans derecesini Gazi Üniversitesi – Bilgisayar Eğitimi Bölümü’nden (2008), Master derecesini Afyon Kocatepe Üniversitesi – Bilgisayar Anabilim Dalı’ndan (2010; Yapay Zekâ uzmanlığında); Doktora derecesini de, Selçuk Üniversitesi – Bilgisayar Mühendisliği Anabilim Dalı’ndan (2017; Yapay Zekâ – optimizasyon konularında) almıştır.

2009-2012 yılları arasında Afyon Kocatepe Üniversitesi, 2012-2017 yılları arasında ise Uşak Üniversitesi’nde görev yapmış olan ve gerek ulusal, gerekse uluslararası platformda çok sayıda akademik makale, kitap, kitap bölümü ve bildiri çalışmaları bulunan Köse; halen Süleyman Demirel Üniversitesi’nde Doçent olarak görev yapmaktadır.

Utku Köse’nin genel uzmanlık ve araştırma konuları arasında başta Yapay Zekâ olmak üzere, Makine Etiği, Yapay Zekâ Güvenliği, Optimizasyon, Kaos Teorisi, Uzaktan Eğitim, E-Öğrenme ve ilgili teknolojiler, Bilgisayar Eğitimi ve Bilgisayar Bilimleri bulunmaktadır. Edebiyat alanında da çalışmalara imza atan Köse’ye ilişkin daha detaylı bilgiye http://www.utkukose.com adresindeki kişisel Web sayfası üzerinden ulaşabilirsiniz.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

TurkeyEnglish

Contact Us