Yaklaşık yüz milyar nöronu birbirine bağlayan yüz trilyon sinaps ile insan beyni, bildiğimiz en karmaşık ve gizemli makinedir.
Vücut ağırlığının %2-3 ünü teşkil eden beyin, dünya nüfusunun yaklaşık 10 katı kadar işlemciyi içinde ihtiva etmektedir. Beyin işlevini yerine getirirken kandaki oksijenin %20 sini harcayarak, 60 Watt’lık bir ampulün harcayacağı bir enerjiye gereksinim duymaktadır.
Kendine özgü dokusu, anatomisi, moleküler yapısıyla ve fizyolojisiyle beyin gizemli bir organımızdır. Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı ve Beyin Cerrahisi Başkanı Prof. Dr. Türker Kılıç bu gizemli organ için şunları söylemektedir. “Beyinde milyarlarca farklı nöron, birbirleriyle iletişim halindedir. Bu aynı anda beyinde bir zihinsel alan oluşmasını sağlamaktadır. Örneğin; bir insan beyninin yaptığı işi, şu andaki bir bilgisayarla yapmaya kalksak; neredeyse İstanbul için gerekli olan enerji miktarı kadar enerji gerekirdi. Oysa beynimiz bunu sadece 60 Watt’lık bir ampulün ihtiyaç duyacağı bir enerjiyle yapıyor ve kesinlikle ısınmıyor; yani ısı enerjisi gibi bir sorun yaşanmıyor. Bu inanılmaz olayı şu anda bizim algılayabilmemiz çok zor.”
Kafatasımızın içine yerleştirilmiş olan ve şu ana kadar dünya üzerinde bilinen en karmaşık biyolojik yapı olan beyin, tüm vücudumuzun içinde en iyi korunan organdır. Milyarlarca nöron veya sinir hücresi, beyin yapısını birbirine kenetleyerek, potansiyel olarak onu muhteşem bir bilgi işlemci haline getirir. Her nöron dallanıp budaklanmış yüzlerce belki de binlerce ipliksi uzantılarla diğer nöronlara bağlanır ve her bağlantı beynimiz ve vücudumuzun içindeki sinyallerin iletiminde görev alır. Düşünce işlevimiz bu elektrik-kimyasal sinyallere ait aşırı karmaşık dokunun, küçük, yuvarlak organın içinden hayranlık uyandıran kabiliyetin o biyolojik bilgisayardan hızla geçmesiyle ortaya çıkar. [1]
Beyin hücreleri olarak bilinen bu nöronlar ya da sinir hücreleri elektro-kimyasal sinyallerle çalışan ve bilgi üreten hücrelerdir. Diğer hücrelerin aksine, ne bölünür nede öldükten sonra çok istisnai durumlar haricinde yenisi ile değiştirilir. Her bir nöron sinaptik bağlantılar yoluyla sinyaller göndererek diğer nöronlarla bağlantı kurabilir.
İnsan beyni sinir hücrelerinden oluşur. Sinir hücreleri, boyları kimi zaman metreleri bulan kollar ve ortada bir çekirdekten ibarettir. Kollardaki zarın içerisinde ve dışarısında bulunan artı ve eksi yüklü moleküllerin yer değiştirmesi ile elektrik akımı oluşturulur ve tıpkı müzik setinin hoparlörlerinde olduğu gibi, elektrik akımı ile veri taşınması esastır. Kısaca hücrelerden geçen elektrik akımlarının bir veri ileti sistemi oluşturduğunu biliyoruz. [2]
Uzun zamandır neurobilimciler (sinirbilimciler) insan beyninde 100 milyar nöron olduğunu söyleseler de, 2009 yılında Azevedo ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmaya kadar bu sayıyı teyit edecek bilimsel bir çalışma yayınlanmamıştır. [3] Yapmış oldukları bu çalışmada insan beyninde 86 milyar nöronun olduğu tespit edilmiştir. Bu sayıyı daha iyi anlamak adına içinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisindeki yıldızların sayısının yaklaşık 200 Milyar civarında olduğunu düşündüğümüzde, insan beynindeki nöronların sayısı Samanyolu Galaksisindeki yıldızların yaklaşık yarısı kadar olması bizleri daha da hayrete düşürmektedir.
273.6 km hızla beyine giden ve gelen sinir sinyalleri, çevremizde olanlara nasıl bu kadar hızlı tepki verebildiğimizi ve bir acıyı nasıl anında hissettiğimizi açıklamaktadır. Böyle hızlı çalışan beynin insanoğlu tarafından sadece yüzde 10’unu kullandığı görüşü, daha doğrusu miti, insanın bu organın tamamının nasıl kullanılabileceğini merak etmesini sağlamıştır.
Hatta bu merak 20’nci yüzyılın matematik ve fizik dâhisi olan, Görecililik kuramını geliştiren ve dünya tarihinin en zeki insanları arasında sayılan Albert Einstein’ın 1955 yılında öldükten kısa bir süre sonra beyninin Patalog Thomas Harvey tarafından gizlice alınmasına kadar gitmiştir. Thomas Harvey, Enstein’ı deha yapan beynindeki kıvrımları görmek istemiştir. Ve o Einstein’in beyni şu an Philedelphia’daki Mutter Müzesi’nde sergilenmektedir.
Geçmişten günümüze, insanoğlunun yaptığı bütün bilimsel çalışmalar, yine kendi yaşam standardını yükseltmeye yöneliktir. Bunlardan bazıları, erken süreçte gerçekleşmişken bazıları da birbirini izleyen çalışmaların birikimli (kümülâtif) verileri sayesinde adım adım ilerlemek zorunda kalmıştır. Beyin üzerine yapılan bilimsel çalışmaların oluşturduğu genel manzara, zaman içerisinde elde edilen verilerle yavaş yavaş ilerleyen zikzaklı bir gelişim eğrisi oluşturmaktadır. “Beyin yapısını anlamada gecikmemizin birkaç nedeni vardır. Bunlar; eski bilgilerin öğrenilmesine olan ısrarlı bağlılık, organların kesilip parçalanmasına kilise, devlet ve hemen hemen herkesten gelen karşı koymalar, benimsenmiş metinlerin üzerinde yeniden, gözle yapılacak deneyimlere karşı duyulan isteksizlik ve doğal olarak konunun oldukça karmaşık olması”. [4]
Beynin mikroskobik yapısıyla ilgili ciddi çalışmalar 20’nci yüzyılın sonlarında, modern sinirbilimin babası olarak bilinen ve Nobel ödüllü İspanyol Santiao Roman y Cajal tarafından yapılmaya başlanmıştır. Kendisinin o dönemde beyin hücreleri ile ilgili yapmış olduğu yüzlerce çizim bugün hala tıp alanında önemini kaybetmemiştir.
Müslüm YILDIZ
1. Albrecht, K. (2007). Beyin Gücü (Birinci Baskı) İstanbul: Kariyer Yayıncılık, 32-33
2. Bektaş, E, Çağlar, U. Bilgisayarlar Rakiplerimiz mi? (2009, Haziran). Bilim Teknik Dergisi, 8-11.
3. Azevedo, F., Carvalho, L., Grinberg, L., Farfel, J. (2009). Equal Numbers of Neuronal and Nonneuronal Cells Make the Human Brain an Isometrically Scaled-Up Primate Brain: the journal of Comparative Neurology. 513: 523-541 (2009)
4. Smith, A. (1986). İnsan Beyni ve Yaşamı, (çev. Necati Ebcioğlu), İnkılâp Yayınevi, İstanbul.